.

BİR BİLİM ADAMININ ROMANI -RÖPORTAJ
Mustafa İnan’ın
biyografisini okurken Adana gözümde canlandı. Anlatılan hikayeler küçükken anneannemin
bize anlattıklarına benziyordu. Kitaptaki hikayeleri okurken ”Keşke bu
hikayeleri, onları yaşamış birinin ağzından dinleyebilseydim.” diye düşünüyordum.
İlk başta anneannem aklıma geldi fakat o aramızdan ayrılalı neredeyse 3 yıl
oldu. Ben de anneme, bu hikayeleri dinleyebileceğim başka birini sordum. Muzeyyen
Bilgin, kendisi anneannemin çocukluk arkadaşı. Ayrıca genç yaşta İstanbul’a insanları
eğitme tutkusuyla gelmesi onu, Mustafa İnan’a daha çok benzetiyor. Bu nedenle
Moda’daki evine bir ziyarete gittim.
Benimle bu söyleşiyi
yapacağınız için size çok teşekkür ederim. Kendinizden biraz bahseder misiniz?
1927 Adana doğumluyum. Adana Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra bir müddet İş
Bankasında çalıştım. Ama ben öğretmen olmak istiyordum, bankada çalışmayı hiç
sevmedim. Şansıma, o dönem fark derslerini vererek Öğretmen Okuluna gidebiliyorduk. Ben de dört
dersten sınava girdim ve Öğretmen Okulunda okudum. Bir süre Adana’nın Karaisalı
ilçesinde görev yaptıktan sonra İstanbul’a ağabeyimin yanına geldim. 1952 yılından beri İstanbul’da
yaşıyorum. Uzun yıllar Büyükada’da Rum İlkokulunda Öğretmenlik yaptım. Sonra
Moda İlköğretim Okulundan emekli oldum.
Çocukluğunuz Adana’da geçmiş. O günleri biraz anlatabilir misiniz?
Adana o seneler çok az bir nüfusa
sahipti. Neredeyse herkes birbirini
tanırdı. Zor bir çocukluk ve mücadele ile geçen yıllardı. Gerçekten yoksulluk
vardı. Aza kanaat etmeyi ve paylaşmayı o
günlerden öğrendik.
Damlarda uyurmuşunuz doğru mu?
Tabi. Yazın Adana çok sıcak olur. Damlarda cibinlikler içinde yatardık.
Ben damdan hiç düşmedim ama düşenleri bilirdik. ‘Sınıkçı’ denilen o zamanın ortopedi doktorları kırık kol ve
bacakları hemen iyileştirirdi. Bir de şifalı otların satıldığı yerler var.Onlara
çerçi denir. Hasta olup üşütsek
annelerimiz hemen onlardan aldıkları otları kaynatıp içirirlerdi. Şimdi o otlar
pek bir moda. Çocuk olduğu zaman kadınların lohusalık döneminde yapılan ‘kaynar’ımız her derde devaydı. Üzerine
muhakkak dövülmüş ceviz dökülürdü. Ceviz demişken hani sizin şimdi pekmeze
batırılmış, bizim sucuk dediğimiz şeyler var ya, onun cevizlerini ipe dizme işi
bizim mahallenin kadınları tarafından özellikle damlarda yapılırdı. O zamanın kadınları ne çalışkandı . Çuvallarla
evlere pamuk gelirdi. Onlar kozasından ayrılır ve temizlenir kalan kozalar
yakılırdı. Bu iş için de kadınlara ücret verilirdi. Hatta biz çocuklar da bu işi yapardık.
Oturduğunuz yerde değişik
kültürden insanlar varmış, değil mi?
Evet. Mahallemizde Musevi ve Ermeni
arkadaşlarımız da vardı. Onların kültürleri ile de çok erken tanışma şansımız
oldu. Elbiselerimizi onların anneleri dikerdi. Hatta anneannenin gelinliğini
Ermeni arkadaşı dikmiş, saçını yine onlar yapmıştı. Birbirimizi çok severdik.
Küçük çocuklar yazın çırak
olarak çalışırmış.
Elbette. O zamanlar özellikle yazın erkek çocuklar mahallenin esnafının
yanında çalıştırılırdı. Maksat küçük yaşta meslek öğrenmeleriydi. Benim ablam
mahallenin terzisinde çalıştı. Mesleğini böyle öğrendi. Yine bazı çocuklar
avukat ve doktor yanında çalışırlardı. Bu çok yaygın ve itibar gören bir
durumdu. Hatta çocuğunu çırak olarak çalıştırmayan aileler ayıplanırdı ve
onlara tembel denirdi.
Nasıl eğlenceleriniz vardı, vaktiniz nasıl
geçerdi?
Eskiden baraja pikniğe giderdik.. Su kenarları bilirsin serin olur. Çiğ
köfte, mercimekli köfte yapar oralarda yerdik. Oyunlar oynar ,eğlenirdik. Şimdi oralara hep konut yapılmış. Akşamları muhakkak birilerinin evinde
toplanılır ve sohbet edilirdi. Yaşlılar anılarını anlatır biz de gülerdik. Televizyon
mu vardı ki o zamanlar, radyosu ve
gramafonu olan insanlar parmakla gösterilirdi. Büyük taş plaklar çalınan gramafonların
sesi açılırdı ki bütün mahalleli duysun. Zamanla yazlık sinemalar oldu tabii.
Maaile oralara gitmek ne büyük eğlence.
Lise yıllarınızdan bahsedebilir
misiniz?
Adana Kız Lisesi taş yapılı bir okuldu. Okul gözümüze çok büyük görünürdü.
Anneannenin ve bizim evimiz okula yakın değildi ama mecburen okula yürüyerek
gider gelirdik. Yağmur fazla yağınca Kuruköprü taşar ve mektebimizi sel alırdı.
Hocalar ‘okul’u sel aldı, haydi evlere der’ bizi evlerimize gönderirlerdi.
Nasıl sevinirdik, bilemezsin.
Yatılı bölümünüzde varmış galiba.
Biz ona leyli bölümü derdik. Evet
leyli bölümde Antep’ten, Tarsus’tan,
Kilis’ten yani uzak yerlerden gelen talebeler kalırdı. 19 Mayıs törenlerinde beyaz şort, kırmızı gömlek giyer, stadyumda
tören yapardık. Hocalarımızdan çok korkar ve saygı duyardık.
Ders kitaplarının dışında kitap okuyabiliyor muydunuz?
Kütüphane var mıydı?
Sizin gibi kitapçıdan kitap alıp okuma şansımız yoktu çünkü paramız yoktu. Okulumuzun
kütüphanesi vardı .Buradan kitap alıp
okuyabiliyorduk. Her şeyin kıymetini gerçekten bilirdik. O zaman ‘Ev Ekonomisi’
dersimiz vardı. Yemek yapmayı, dikiş dikmeyi bizler okulda öğrendik.
Bu söyleşiyi yaptığınız için size tekrardan çok teşekkür ederim.
Bu söyleşiyi yaptığınız için size tekrardan çok teşekkür ederim.
Oğuz Atay'ın bendeki yeri ayrıdır. Tutunamayanlar özellikle. Çok etkilemişti beni.
YanıtlaSilOğuz Atay'ın bendeki yeri ayrıdır. Tutunamayanlar özellikle. Çok etkilemişti beni.
YanıtlaSil