Translate

Seçme Hikayeler- Sait Faik Abasıyanık





Sait Faik Abasıyanık –Gezi Yazısı

            Sait Faik Abasıyanık’ın evine, Burgaz Ada’ya olan yolculuğumuz 12.15 vapuruna son dakikada binmemizle başlıyor. Vapura binince rahat bir nefes alıyoruz; koşmuş, yorulmuşuz. Üst kata çıkıp açık kısma oturuyoruz. Hava soğuk ama vapur daha soğuk... Eh, son hızla gidiyoruz esiyor tabi. Babam gazetesini açmış, okuyor. Kardeşim yanımda duran kamerayı aşırmış, denizi çekiyor. Annem her zamanki gibi önceden araştırmış gideceğimiz yeri, bana anlatıyor. Vapurdaki insanların çoğu turist; Arap, Alman, Çinli… Kardeşim denizi çekmekten sıkılıyor, kameramı bana geri veriyor. O da konuşmaya katılıyor ama onun derdi Burgaz Ada değil. Başlıyor geçen gün izlediği kayakla atlama yarışmalarını anlatmaya. Annemle ben kızıyoruz, şimdi vakti değil diye. Okulla ilgili sorular soruyorlar bana, kaçamak cevaplar veriyorum. Canım kulaklıkları takıp müzik dinlemek istiyor. Anlaşılan, konuşmamdan onlar da fark ediyor başka bir şey yapmak istediğimi. Kendi aralarında konuşmaya başlıyorlar, ben de müziğimi açıp Adalar’a bakıyorum, hayallere dalmışım. Kısa bir süre sonra annemin sesiyle uyanıyorum. “Bak şu ‘Hayırsız Ada’, şu da Burgaz Ada.” diyor. Emin olamıyor galiba, yandaki beyefendiye soruyor. Adam düzgün bir İstanbul şivesiyle konuşmaya başlıyor, “Şu ada ‘Sivri Ada’ bir başka deyişle ‘Hayırsız Ada’. Zamanında kedileri, köpekleri oraya götürüp ölüme terk etmişler. Yakındaki düz adaya ‘Yassı Ada’ deniyor…”. Teker teker anlatıyor bize adaları. Burgaz Ada’da geçmiş çocukluğu, sonra taşınmışlar ama o halen haftada bir buraya geliyor, adada bir tur atıp dönüyormuş. Biz de gelme sebebimizi anlatıyoruz. Maalesef ki Sait Faik’in evini gezme hayallerimiz kursağımızda kalıyor, yaşlı adam “Evi birkaç ay önce yenilemeye başladılar.” diyor. Çok üzülüyoruz fakat bir umut, yine de evin yerini iyice öğreniyoruz: Rum Ortodoks Kilisesinin arkasında. Sonra Sait Faik Abasıyanık hakkında konuşmaya devam ediyoruz. Bir süre yeni neslin kitap okumadığından konuşuyoruz. Burgaz Ada’da Sait Faik’i tanımayanlar olduğundan söz ediyor yaşlı adam. Bunu duyunca donup kalıyoruz.
            Vapur ikinci durağa, Burgaz Ada’ya vardığında beyefendiye iyi günler dileyip vapurdan ayrılıyoruz. İskeleye göz gezdirirken turistlerin önünde resim çektirdiği bir anıt görüyoruz. Belki de vapurdaki beyin anlattıklarından onun Sait Faik olma olasılığı aklıma gelmiyor. Anıta yaklaştıkça emin oluyorum. Bu kitabın arkasında gördüğüm insan, Sait Faik Abasıyanık. Belki de yaşlı adam abartmıştı; meydanın ortasına anıtı dikilmiş birini, en azından merak eder öğrenirdi insan. Sevinçle anıtın önüne gidiyoruz. Babam en sonunda ilgisini çeken bir şey olduğu için mutlu oluyor, resim çekecek. Anıtın önünde siz deyin on biz diyelim yirmi dakika fotoğraf çekiyoruz. Annem yolu birilerine sormamız gerektiğini söyleye dursun, ben ve kardeşim Burgaz Ada’nın yokuşlu ara sokaklarına koşar adımlarla ilerliyoruz. Kısa süre sonra iskeleden de gördüğümüz kilisenin yanına varıyoruz. Çevredeki evlerin duvarlarını karış karış arıyoruz, hiçbir yerde ‘Sait Faik Abasıyanık Müzesi’ yazmıyor. Annem yoldan geçen birkaç kişiyi gösteriyor, “Yolu soralım.”. “Yok anne, ben onları vapurda da gördüm. Az önce de birilerine yolu soruyorlardı, onlarda yabancı olsa gerek.” diyorum. Bir süre sonra bir bisikletli geliyor yolu soruyoruz. “Şu sokaktan ilerleyin, sağa dönün zaten bahçe kapısının önünde adı yazıyor. Fakat restorasyonda şu anda.”. Yenileme olduğunu bildiğimizi söylüyor, teşekkür edip tekrar yola koyuluyoruz. İki dakika geçmeden bahçenin önünde, büyük bir hüsranla Burgaz Ada Belediyesinin koyduğu restorasyon yazısını okuyoruz. Yine de bir iki fotoğraf çekiyor, kilisenin yanına dönüyoruz. Müzeyi gezmediğimiz için kiliseye giriyoruz. Biraz bakınıp gezme hevesimizi gideriyor, dışarı çıkıyoruz.
            Vapurun gelmesine daha bir saat olduğu için adanın tertemiz yollarında bir yürüyüşe çıkıyoruz. Babam her zamanki gibi kameramanlık görevini üstlenmiş, çevreyi çekiyor. Annem “Ne kadar iyi ettik de geldik. Temiz hava alıyoruz.” gibi sözler söyleyip olaya iyi yönünden bakıyor. Ben çok üzgünüm, üzerine kardeşim başımın etini yiyor: “ Hani bir saat yetmezdi. Senin yüzünden kayakla atlamanın … ayağını kaçırdım.” Bir süre sonra herkes kaderini kabulleniyor, sessizce adanın sokaklarında yürümeye başlıyoruz. Yapraklardan gelen hışırtıları, kuş cıvıltılarını ve arka sokaklardan gelen köpek havlamalarını duyuyoruz. Hepimizi bir huzur kaplıyor. Aniden yolun ortasında yuvarlanan turuncu bir cisim görüyoruz. Biraz yaklaştıkça onun, adanın sevecen yerlilerinden biri olduğunu fark ediyoruz. Bir kedi, annem küçükken kolunu çok kötü tırmalamış; annem kedilerden korkuyor tabi. Ama bu cimcime öyle tatlı ki annem bile onun çok şeker olduğunu söylüyor. Yanından geçip gidiyoruz başta fakat kedicik kolay pes etmiyor, yolumuzu kesip yerde yuvarlanıyor. Dayanamıyoruz, seviyoruz. Tekrar yola koyulduğumuzda peşimize takılıyor. Kâh o kâh biz önde, Sait Faik Abasıyanık İlköğretim Okulunun önüne kadar geliyoruz. Annem fark ediyor okulun ismini. Japon turistler gibi okulun önüne gidip resim çektiriyoruz. Yokuş aşağı inmeye başlıyoruz. Kedicik evinden giderek uzaklaşmaya başladığını hissediyor ama turistlere rehberlik yapma görevini de bırakmaya yeltenmiyor. Peşimizden gelmeye devam ediyor fakat her köşede durup nerede olduğunu anlamaya çalışıyor. Belli bir süre sonra onu çok gerilerde küçük bir nokta olarak görüyoruz, o da bize yetişme umudunu yitiriyor, geri dönüyor.
            Daha rehberimizden yeni ayrılmışken başka başka yerliler konakladıkları evlerden çıkıp yanımıza geliyorlar. Ya biz hiçbirini ilk rehberimiz kadar sevemiyoruz ya da onlar bize zaten rehberlik yapıldığını fark ediyor, biraz mesafeli yaklaşıyorlar. Sonuç olarak yola yalnız devam ediyoruz. Burgaz Ada Öğretmen Evi’nin önünden geçerken babam, daha önce burada kalmış bir akrabamız hakkında sohbet açıyor. Konuşa konuşa Burgaz Ada’dan aşağı iniyoruz. Babam bize çok hoş bir manzara gösteriyor. Bu güzel adanın farklı kültürleri bir arada barındırdığının en güzel örneğini belki de: bir cami ve bir kilise aynı karede. Ben hemen bu karenin önüne geçiyorum, babamdan fotoğrafımı çekmesini istiyorum. Babam yerini alıyor ben de poz veriyorum fakat tam o sırada kameranın önünden birileri geçiyor. Tekrar hazırlanıyoruz, kare yine bozuluyor. Birkaç başarısız fotoğraftan sonra son bir deneme yapmak için yerlerimizi alıyoruz. Yolun ilerisinden yaşlı bir kadın ve heyecanlı bir köpek geliyor. Benim dışımda kimse göremiyor onları, hepsinin arkası dönük. Köpek koşa koşa geliyor, babamın bacağına tosluyor. Ben de uyaramıyorum ki babamı, çok hızlı koşuyor köpek. Babam, bir şey bacağına aniden çarpınca ürküyor fakat çarpanın bir köpek olduğunu fark edince tekrar pozisyonunu alıyor. Köpeğin, son hız bana doğru koştuğunu fark edince annem bağırıyor ama ben hayvanlardan korkmam. “Nasılsın?” diye soruyorum ona. Ne kadar heyecanlı olduğunu belli etmek istiyor, iki ayak üzerinde kalkıp ön patilerini omzuma koyuyor. Bunu beklemediğim için irkiliyor bir adım geri atıyorum. Yaşlı kadın benim de köpeklerden korktuğumu sandı, “Gel Fındık!” diye çağırıyor köpeğini.
            Sait Faik’in hikâyelerinde bahsettiği emektar balıkçılarla tanışmayı, ballandıra ballandıra anlattığı balıkların tadına bakmayı istiyorum. “Anne balık yiyebilir miyiz?” diyorum. Benden başka kimse balık yemek istemiyor, annem onların sözcüsü olup “Pazar günü, bu vakitte balıkçı açık mı olur?” diyor. İskeleye bakan Ergün Pastanesi’ne giriyoruz. Birer tost ve çay istiyoruz, denizi izlemeye başlıyoruz. Yanımıza bir sokak köpeği geliyor, ekmeğinin derdinde o da. Bir parça tost veriyoruz, havada kapıyor. Sonra yerine oturuyor, tekrar veririz diye umutlu. Çayımdan bir yudum alırken düşünüyorum, Sait Faik’in yazar olmasına şaşmamalı. Bu güzel manzara, bu huzurlu çevrede yazar olmamak imkânsız.














1 yorum: